17 Ocak 2009 Cumartesi

BAKIR KÖYDEKİ HEYKELİN SIRRI! :)

Paramı vermezseniz heykelin kolunu yapmam!”


Rodin’in onca heykeli varken “Düşünen Adam” heykelinin kopyasının akıl hastanesinin bahçesine dikilmesi fikri, 1950’li yıllarda başhekimlik yapan Fahri Celal Göktulga’dan çıkmış. 1953 yılında bir dergide heykelin fotoğrafını gören Başhekim Göktulga, heykelin yapımı için orada yatan hastalardan heykeltıraş Kemal Künmat’a ricada bulunmuş. Aslında güzel sanatlar mezunu olmayan, Bakırköy’de yaşayan Künmat, eli yatkın olduğu için Rodin’in eserini yapmayı kabul etmiş. Bakırköy’deki taş ocaklarının birinden çıkartılan devasa kaya, askeri birliklerin de yardımıyla bugünkü heykelin durduğu yere getirilmiş. Düşünen Adam’ı yontmaya başlayan Künmat, heykelin bitmesine az kala “Ben bu kadar emek harcıyorum, paramı isterim...” demeye başlamış. O dönem başhekim yardımcısı olan Faruk Bayülkem, Künmat’ın, Düşünen Adam için 40 bin lira istediğini söylüyor. Başhekim maaşının 400 lira olduğu günlerde zaten ‘heykel ödeneği’ olmadığı için Künmat’ın talebi geri çevrilmiş. Bunun üzerine alıngan heykeltıraş, heykelin elini çenesine koyduğu kolunu yapmadan öylece bırakmış. Göktulga, Künmat’ın hastanede çekip gitmemesi için ikna edilmek üzere Bayülkem’i görevlendirmiş. Künmat’a para verilmemiş ama özel odalarda yatırılmış, gömlek alınıp hediye edilmiş. Bakırköylü Rodin, emeğinin karşılığını alamayınca heykeli öylece bırakarak gitmiş. Heykel 6 ay boyunca kolsuz beklemiş.

Hastane yönetimi kara kara düşünürken, depresyon tedavisi için hastaneye yatan Yüzbaşı Mehmet Pişdar, heykelin kolunu tamamlayabileceğini söylemiş. Bayülkem, heykelin diğer yerlerini de bozmasından korktuğu Yüzbaşı’ya başka bir kaya parçası vererek bir kol yapmasını istemiş. Yüzbaşı güzel bir kol yapınca, Düşünen Adam yeni ustasına havale edilmiş. Hastane yönetimi “Heykeli tamamlarsan taburcu olacaksın.” diye vaatte de bulunmuş. O da kabul etmiş. Bakırköy’deki Düşünen Adam’ın elini çenesinin altına koyduğu, dirseğini de dizine dayadığı sağ kolu işte bu yüzbaşı tarafından tamamlanmış. Yüzbaşı, heykeli tamamladıktan sonra gerçekten taburcu edilmiş. O dönemde heykelden çok gazetecileri bir düşünce almış. ‘Neden düşünen adam heykeli dikildiği’ sorgulanmaya başlanmış. Bayülkem gülerek gazetecilere, “Hastane dışındakilerin durumu içerdekilerden daha kötü. Bu heykel onların durumu ne olacak diye düşünüyor.” yanıtını verdiğini söylüyor.

Heykel, zamanla Cehennem Kapısı’ndaki Dante’yi bile unutturup bambaşka anlam kazandı Türkiye’de. Yarım asır önceki gazetelerin “Dikkat! Tımarhaneden azılı ve tehlikeli bir deli kaçtı, aramızda dolaşıyor” manşetlerini attığı günlerden Yeşilçam filmlerine kadar ‘akıl hastalığı’ ile özdeşleşti adeta.

“Rodin bizden biri değil”

Prof. Dr. Arif Verimli, bunun düşünmenin, teessürün, hüznün insanı hasta edebileceği gibi inançlarla birleştirilmesinden kaynaklanan somutlaştırılmış bir düşünce içeriği olduğunu söylüyor. Heykele bakınca, ‘düşünen hasta olur’ gibi bir anlam çıkaran insanların da olduğunu anlatan Prof. Verimli, “Heykelin gerçeğinde düşünce yapıcı bir faaliyet olarak var. Hüzünle, üzüntüyle hiçbir ilgisi olmayan bir tasalanma düşünmesi değil o. Pozitif bir düşünce. Asıl anlamı unutulmuş, hastane sembolü haline gelmiş, getirilmiş. Ben o heykelin hiçbir anlamı olmadığını düşünüyorum.” diyor. “Ben olsaydım öyle bir heykeli dikmezdim.” diyen Verimli, bunun gerekçesini şöyle açıklıyor: “Rodin’in Düşünen Adamı’nın orada dikilmesini pek kıymetli bulmuyorum. Orijinal yapıtı tercih ederim ben. İlk ve tek örneği orda olan bir heykeli düşünürüm. Burada Rodin’in bu heykeli yapma düşüncesi ile bizim dikme düşüncemiz birbirine yakın bile değil. Büyük bir sanatçı ama Rodin bizden biri değil. Bizden

TEMBELLER İÇİN KİTAP ÖZETİ 5

MADAME BOVARY-GUSTAVE FLAUBERT

Konusu gerçek yaşamından alınmıştır. Madam Bovary Romanı, ahlaka aykırı bulunarak mahkemeye verilmiş, daha sonra aklanmıştır. Gustave Flaubert, romanın biçimine ve anla¬tımına önem vermiştir.
Doktor Charles Bovary, hastalarından birinin kızı olan Emma ile evlenerek küçük bir kasabaya yerle¬şir. Macera, eğlence ve heyecan tasarlayan Emma, burada sıkılınca, başka bir kasabaya taşınır. Emma’yı Leon adında bir genç sever. Fakat Emma Rodalphe adında zengin bir malikhane sahibiyle ilişki kurar. Rudolphe ile evlenip, uzak ülkelerde macera yaşamayı önerse de, bir gün Rodalphe ortalıktan kaybolur. Terk edildiğini anlayınca buna¬lıma girer, beyin humması geçirir. İyileşince Pa¬ris’ten dönen Leon’la karşılaşır. Onunla yasak, maceralı, lüks bir yaşam sürmeye başlar. Gizlice yaptığı borçlarını ödemeyince yine bunalıma girerek intihar eder. önceleri İntiharın nedenini anlayama¬yan kocası Charles, bir gün Madam Bovary sevgililerin¬den gelen mektupları görür. Gerçeği anlar. Bu üzüntüye dayanamaz, ölür.

TEMBELLER İÇİN KİTAP ÖZETİ 4

Terry Eagleton-Kuramdan Sonra



S:159


Ahlakın evrenselliğinden bahsedebiliyor olmamız, her şeyden önce beden sayesindedir. Aydınlanma soyutlaması sayesinde değil. Türümüzün zaman ve uzamda yayılmış geri kalanıyla paylaştığımız en önemli nokta, maddi bedendir. Tabii ki ihtiyaçlarımızın, arzularımızın ve acılarımızın her zaman bir kültürel özgünlük durumu içerdiği doğrudur. Ama maddi bedenlerimiz, prensip olarak kendi türlerinden olanlar için bir duygusal yakınlık hissetme kapasitesine sahiptir, hatta buna mecburdur. Ahlaki değerler, işte bu duygudaşlık kapasitesi üzerine kuruludur. Melekler eğer varsalar bizim anladığımız anlamda ahlaki varlıklar olamazlar.

Bazı insan bedenlerin sevgi ve şevkatimize layık olmadıklarına bizi ikna edebilecek tek şey kültürdür. İnsan türünün bazı üyelerini insanlık dışı olarak değerlendirmek, belirli bir miktar kültürel derinlik gerektirir. Duyularımızın tanıklığına kulak asmamayı gerektirir. Neresinden bakarsanız bakın, bu durum , kültürü içgüdüsel olarak olumlayıcı bir terim kabul edenleri durup düşündürmelidir. Kültürün, kendisini insan bedenleri arasına sokabileceği bir biçim daha vardır; buna teknoloji diyoruz.Teknoloji, bedenlerimizin, onların birbirleri için yakınlık duyma kapasitelerini köreltebilen bir uzantısıdır. Ötekileri, yürek burkan feryatlarını duymak zorunda kalmadan, uzaktan yok etmek artık kolaydır. Askeri teknoloji ölüm yaratır ama ölüm deneyimini yok eder. Binlerce insanı bir anda yeryüzünden silecek bir füze saldırısını başlatmak, tek bir askere, birini öldürme emrini vermekten daha kolaydır….. Teknoloji, bedenlerimizi çok daha esnek ve geniş ama bazı bakımlardan da çok daha az duyarlı kılar. Duyularımızı, derinlik, devamlılık ya da yoğunluk yerine çabukluk ve çeşitlilik odaklı olarak yeniden düzenler. Marx bunu Kapitalizmin, duyularımızı bile metalara dönüştürerek, bedenlerimizi yağmalaması olarak değerlendirir.

S:160

Aslında doğal olanla insani olan,maddi olanla anlamlı ola arasındaki bağlantı, ahlakın kendisidir. Tabiri caizse, ahlaki beden, maddi doğamızın, anlam ve değerle buluştuğu bağlamdır.

Öyleyse, birlikte doğmuş olduğumuz bedenlerimiz sayesindedir ki, evrensel hayvanlarız.

…Bedenlerimizin böyle olmasından dolayı, prensip olarak, kendi türümüzün üyeleriyle gireceğimiz fiziksel temas ilişkisinden çok daha derin ve zengin iletişim ilişkilerine girebiliriz.

S: 164-165-166

Düzmece evrensellik türleri hepimizin aynı olduğunu öne sürer. Ama kimin duruş noktasından? Farklılıkları yok ederler ama sadece çelişkiler olarak dolaşıma geri sürmek üzere. Farklılıkları yok etmek şiddet içeren bir iştir ve bu işten dolayı kimlikleri tehlikeye girenler de büyük bir ihtimalle aynı şekilde, kanlı bıçaklı karşılık vereceklerdir. Fakat gerçek evrensellik türleri, o farklılığın doğamıza içkin bir şey olduğunu idrak eder. Bunu tersi geçerli değildir. Beden, belki de aramızdaki en temel ortaklık biçimidir; ama aynı zamanda eşiz şekilde bireyleşme biçimimizdir de. O halde , bir başka insan bedeniyle karşılaşmak, birbirinden ayrılmaz biçimde, hem aynılıklarla hem de farklılıklarla karşılaşmaktır. Ötekinin bedeni, aynı anda , hem yabancıdır ham de bildik. Onun ötekiliğini açığa çıkaran, işte tam da onunla bu ilişkiyi kurabildiğimiz gerçeğidir. Dünyadaki öteki şeyler bize aynı anlamda yabancı değildir.

Bireyleşme, bizim türsel varlığımıza özgü etkinliklerden biridir. Bir pratiktir., verili bir durum değil. Ortak olarak paylaştığımız dolayımlar alanından kendimiz için eşsiz bir kimlik koparmaya giriştikçe yaptığımız bir şeydir bu. Bir insan birey olmak bir şeftali birey olmak gibi değildir. Bu hayata geçirmemiz gereken bir projedir. Ortak varoluş zemininde kendimiz için yarattığımız bir özerklik alanıdır; yani bağımlılığımıza alternatif olmaktan çok, bağımlılığımızın bir işlevidir. Türsel yaşamımız öyle bir niteliğe sahiptir ki, tür ile kişisel kimlik olarak bilinen, eşsiz bir ilişki biçimi geliştirmemizi olanaklı kılar. Madde her zaman işin tikel yanıdır, karakteristiklerin özgün kısmını oluşturur. “Özgün”sözcüğünün kendisi, hem kendine özgü, hem de “türe ait” anlamına gelir.

Günümüzün kültür kuramına göre, insanları doğal bir tür olarak ele alan zoolojik konuşma biçimi, oldukça şüphe uyandırıcıdır. Hümanizm, yani insanların doğa içinde eşsiz bir yere sahip olduğu inancı artık eskisi kadar moda olmadığı için, insanın üstünlüğünün savunuculuğu kültürelcilere geçmiş bulunuyor. Kültürelcilik, aynı ekonominin her şeyi ekonomik bağlama çekmesi gibi, her şeyi kültürel bağlamda gören bir indirgemecilik biçimidir. O nedenle, öteki şeylerin yanında, doğal maddi nesneler ya da hayvanlar da olduğumuz hakikatinden rahatsızlık duyar ve bunun yerine, maddi doğamızın kültürel olarak yapılandığını ileri sürer.

Tüm dünyayı kültürden ibaret saymak, onun bizden bağımsız varlığını reddetmenin ve dolayısıyla ölümümüzün olanaklılığını yadsımanın bir yoludur. Eğer dünya, gerçekliği için bizim ona dair kurduğumuz söyleme bağımlı ise, o zaman, bu durum, insan hayvana, her ne kadar “gayrı merkezi” de olsa, dayatmacı bir merkeziyet verir. Varoluşumuzun daha olumsal, ontolojik olarak daha sağlam ve haliyle ahlaka daha az muhtaç gözükmesini sağlar. Gerçeklikle mutlak kaos arasında duran şey biz olduğumuza göre, bizler anlamın nadide muhafızları oluruz. Etrafımızdaki dilsiz şeylere dil veren biz oluruz. Kültürelcilik , ölüm gibi doğal bir olayın, sayısız kültürel üslupla anlamlandırılabileceğinde tabii ki haklıdır. Ama yine de ölüyoruz. Ölüm, Doğanın kültür üzerindeki nihai zaferini temsil eder. Kültürel olarak anlamlandırıldığı gerçeği, onu, yaratılmışlara has doğamızın olumsal olmayan bir parçası olmaktan alıkoymaz. Ölüm, anlamlandırmalarımızın yok oluşu değil, bizzat bizim zorunlu yok oluşumuzdur.


TEMBELLER İÇİN KİTAP ÖZETİ 3

Şizofren Aşka Mektup-CEZMİ ERSÖZ



Bir şizofrendim artık.. Yalanlar söylüyordum, hem sana hem de ona.. Kendimi tanıyamaz olmuştum. Hangisi bendim?
Birbirinden nefret eden ve birbirinin varlığına tahammül edemeyen bu iki benlikle yalnız kaldığımda çıldıracak gibi oluyor, ağır ağır ruhumu öldürüyordum..

Kitabın İncileri






Asla çözemediğim kurallarıyla beni hep dışına sürükleyen hayata yeniden tutunmaya çalıştığım tek yerin size duyduğum bu derin aşk olduğunu bilmediniz hiç..
Sayfa: 7




Sorardım, senden değil, neden hep kendimden kaçtığımı..
Her yeni ilişkiyle içimdeki boşluğun biraz daha derinleştiğini bildiğim halde bu hayatı neden sürdürdüğümü sorardım kendime..
Sayfa: 12




..beni daha çok kırmasınlar diye kendimi adamalarım olmadık insanlara. Yanındaydım onların, yan yanaydım. Ama hiçbir zaman onlarla birlikte olmadım. Hiçbir zaman kabullenmedim varlıklarını.
Sayfa: 13




Sevgi deyince ölüm aklıma geliyor hemen, yenilgi, yıkım..
Çünkü ne zaman aşkla büyülensem, o çok eski korkum bana yaralı kendimi hatırlattı..
Sayfa: 14




Ona duyduğum o tutkulu istek çözülmeye başlamıştı.
İlişkimizdeki alışkanlığın açtığı her boşluk, başkalarının sevgisine duyduğum özlemi biraz daha artıyordu.
Sayfa: 19




İçim burkulurdu gitmesinden, ama yine de gitmesini isterdim.
Sayfa: 19




Onu durmaksızın boşluğa savuran o sevgi dolu ilgisizliğimden korunabilmek için ona sığınırmış.
Sayfa: 26




Yüzün ki, kalbini hiç saklayamaz..
Sayfa: 29




Ve sana hayattan daha kötü davranamazdım..
Sayfa: 32




Akıllıydım, bu karanlık şehirde tek başına ayakta kalabilme savaşını göze alacak kadar korkusuzdum.
Yalnız yaşayan, özgürlük sarhoşu, cesur ve hayatı henüz tanımayan bir genç kadının etrafını saran diğer akbabalardan kendimi hiç farkında olmadan korumuştum o ana kadar.
Sayfa: 34



..içinde senin olmadığın bir hayat beni hiç cezbetmiyordu.
Sayfa: 34




Eksik olan sendin...
İstediğin zaman eskisi gibi bana ulaşamamak seni kışkırtıyordu. Artık ulaşılamayan, merak edilen, güvenilmez ve tahrik eden kadındım.
Sayfa: 36




Seni inkar ederek içimde korumaya çalışıyordum.
Sayfa: 37



Açlığını duyduğum senin sevgindi, cinsellik değil.. Ne onda, ne başka birinde, nede dünya üzerinde hiçbir yerde olmayan, sadece ruhunun o karanlık, o binbir gizemle dolu bahçesinde gezinirken hissedebildiğim sevgin..
Sayfa: 38




İçimdeki masumiyeti ve kanayan benliği bu kadar iyi saklardım işte ondan..
Sayfa: 40




Bense seni hep inkar ettim, elimde kalan son sevgiyi, son masumiyeti koruyabilmek için..
Sayfa: 41




Sevgi öğretilmemişti ona. Hep acımasız ve sağlam olmaya zorlamıştı onu hayat.
Sayfa: 41




Hayatımda olmasan da, yalnız uzaktaki varlığının düşüncesiyle..
Sayfa: 42



En büyük dert kimi özlediğini, kimi sevdiğini bilememekmiş..
Sayfa: 47



Kendim deyince aklıma o sahipsiz sızı geliyor. Kendim deyince, sen artık yaşama, sen artık duygularını yitirdin, bir daha hiçbir zaman eskisi gibi sevemeyeceksin, diyen o ses geliyor aklıma.
Sayfa: 47




Kendi yalnızlığıma bakmaz, başkalarının yalnızlığını çözmeye çalışırdım.
Sayfa: 48



Tek bildiğim savaşmam gerektiğiydi ve kazanmam..Duygularımı, hayallerimi gizleyip kazanmam..
Sayfa: 49




Öyle büyüktü ki özlediğim sevgi, ona kavuşabilmek için hep bir başkası gibi yaşadım. Yıllarca sevgiyi özlerken, sanki ona hiç ihtiyacım yokmuş gibi davrandım.
Sayfa: 49




Ben bu dünyada kendime bir yer ararken, sen sevgiyi hep yanlış yerlerde aramışsın.
Sayfa: 51



Yüreğimdeki kum saatini, o göz açıp kapayıncaya kadar geçen "sen" den, sanki asırlarca tükenmek bilmeyen "sensizliğe" tersyüz ederek gittin.
Sayfa: 53



..hayranlığımın yavaş yavaş aşka dönüşünü ürkekçe gizleyerek...
Tüm ısrarlarına rağmen, bu eşsiz büyüyü bozmaktan çekinip, aylarca seni bir kez bile aramamaktı.
Sayfa: 55



Seni sevmek, ait olduğun gökyüzünde seni özgür bırakmaktı.
Sevmek, ruhumun tek sahibi olan seni sahiplenmemeye kanaya kanaya razı olmaktı.
Sayfa: 57




Sonra sevmek, yaralı kadınlığımı başka yüreklerle avutma yanılgısına kapılmak oldu.
Sayfa: 59



Kimseye veremedim yüreğimi. Ne zaman baksalar içime, yüreğimin kırık aynasında kendilerinin değil, senin yüzünün aksini gördüler hep.
Sayfa: 60




Arzuladığım ne varsa herşey karşılıksız kaldı bu hayatta.
Sayfa: 65



Senin o affedemediğin kalbinde yatıyor benim tek ve gerçek sevgim.
Sayfa: 67



Tanıdığımısandığım insanlar öylesine çabucak değişiyor ki.. İnsanları tanımakta zorlanınca, bütün öfkem, bütün kırgınlığım kendime yöneliyor.
Sayfa: 70



Sırf kalemini değdirdiğin için atmaya kıyamadığım bu kağıtlar..
Sayfa: 76



Asıl çektiğim acı buydu aslında, yanındayken kendimi yine de senden çok uzaklarda hissetmemdi.
Sayfa: 82



Mükemmellik, kaybedeni çok, anlamsız ve haksız bir yarıştır.
Sayfa: 83



Yıllardır ruhumun gurbetinde yaşamaktan tükendim.
Sayfa: 87



Tıpkı İstanbul gibiydin; Sana dokunmak, sana kapılmak, sana tapmak yenilgiyi daha baştan kabul etmekti.
Sayfa: 92



Herşeyi derinden hissedebilmek için korunaksız, zırhsız bırakmıştım kendimi.
Sayfa: 97



Çünkü aradığım aşkı bulamadım bu hayatta.
Sayfa: 101



Aramızda en çok kullandığımız kelime ayrılıktı.
Sayfa: 108




Karakterim, sevgimle onun sevgisi arasında sanki imkansız bir uçurum gibi açılıyordu.
Sayfa: 109



Sevgiliyle geçirilen en sıradan an bile bir mucize gibidir. Asla tüketemez; asla sıkılamazsın.
Sayfa: 139




Aşkını bilinçaltımda da yaşadığımı fark etmiyorsun.
Sayfa: 148

TEMBELLER İÇİN KİTAP ÖZETİ 2

Paulo Coelho - Simyacı



...yamçısını yanında taşımak zorundaydı. Her şeye karşın bu yükten yakınmaya kalkıştığı zaman, sabah ayazını bu yük sayesinde hissetmediğini anımsıyordu kuşkusuz.


Bir düşü gerçekleştirme olasılığı yaşamı ilginçleştiriyordu.


Bir çoban, kurt ya da kuraklık tehlikesiyle her zaman karşı karşıyadır; ama, çobanlık mesleğini çekici kılan da budur zaten.


Basit şeyler, en olağanüstü şeylerdir ve yalnızca bilginler anlayabilir bunları.


...insan her zaman aynı insanları görürse, bunları yaşamın bir parçası saymaya başlar. İyi, ama bu kişiler de bu nedenle, yaşamımızı değiştirmeye kalkışırlar. Bizi görmek istedikleri gibi değilsek hoşnut olmazlar, canları sıkılır. Çünkü efendim, herkes bizim nasıl yaşamamız gerektiğini elifi elifine bildiğine inanır.
Ne var ki, hiç kimse kendisinin kendi hayatını nasıl yaşaması gerektiğini kesinlikle bilmez.


Hayatımızın belli bir anında, yaşamımızın denetimini elimizden kaçırırız ve bunun sonucu olarak hayatımızın denetimi yazgının eline geçer. Dünyanın en büyük yalanı budur.


Hayatımızın belli bir döneminde her şey açık seçiktir, her şey mümkündür ve hayal kurmaktan, hayatından gerçekleştirmek istediğin şeylerin olmasını istemekten korkmazsın. Ama zaman geçtikçe, gizemli bir güç Kişisel Menkıbe’nin gerçekleştirilmesini olanaksız olduğunu kanıtlamaya başlar.


Kim olursan ol, ne yaparsan yap, bütün yüreğinle gerçekten bir şey istediğin zaman Evrenin Ruhu’nda bu istek oluşur.


Her şey bir ve tek şeydir. Ve bir şey istediğin zaman, bütün Evren arzunun gerçekleşmesi için işbirliği yapar.


- ... İnsanın düşlediği şeyi gerçekleştirmesi için her zaman olanak bulunduğunu bir türlü anlamadı...


- İnsanlar yaşama nedenlerini pek çabuk öğreniyorlar. dedi yaşlı adam gözlerinde beliren acıyla. Belki de gene aynı nedenle hemen pes ediyorlar.


- Henüz sahip olmadığın bir şeyi vaat ederek gidecek olursan, onu elde etmek arzusunu yitirirsin.


- ... ne olursa hayatta her şeyin bir bedeli olduğunu öğrenmek senin için iyi bir şey.


Bazen işi oluruna bırakmak, ilişmemek daha iyidir.


... bütün günler birbirine benzediği zaman da insanlar, güneş gökyüzünde hareket ettikçe karşılarına çıkan iyi şeylerin farkına varamaz olurlar.


Daha duruma alışmadan göz açıp kapayıncaya kadar kısa zamanda, hayatta kimi zaman koşulların değiştiğini düşünerek kendisine acıdı.


‘... ve bütün dünyayı kucaklayamayacak kadar küçük biri olduğum için, sahip olduğum az bir şeyi her zaman korumaya çalışacağım.’


Ben de herkes gibiyim: dünya gerçeklerine oldukları gibi değil, olmalarını istediğim gibi bakıyorum.


Simgelere saygılı olmayı ve onları izlemeyi öğren.


Sözcüklerin ötesinde bir dil var.


Hatalarımızın bedelini ödemek zorundayız.


Talihin bize yardımcı olması için biz de ona yardımcı olacak şekilde davranmalıyız, gereken ne varsa yapmalıyız.


Düşümü gerçekleştirmekten korkuyorum çünkü o zaman yaşamak için bir sebebim olmayacak.


“Her zaman ne istediğini bilmek zorunda olduğunu anımsa.”


“... değişmek istemiyorum çünkü nasıl değişeceğimi bilmiyorum. Artık kendime tam anlamıyla alışmış durumdayım.”


Değeri bilinmeyen her lütuf felakete dönüşüyor.


Öyle zamanlar vardır ki, insan hayat ırmağının akış yönünü değiştiremez.


“Hayallerinden asla vazgeçme...”


Yeryüzünde herkesin anladığı bir dil vardır... bu coşkunun dilidir, arzu edilen ya da inanılan bir şeyi gerçekleştirmek için sevgi ve tutkuyla yapılan girişimlerin dilidir.


Bir şeye karar vermek başlangıçtan başka bir şey değildir. İnsan bir şeye karar verdiği zaman, karar verdiği sırada öngörmediği, düşünde bile aklına gelmeyen bir yöne doğru, şiddetli bir akıntıya kapılıp gidiyordu.


- Rastlantı yoktur...


Önsezilerin, içinde bütün insan hayatlarının bir bütün oluşturacak şekilde birbirine bağlandığı hayat ırmağının evrensel akışına ruhun ani dalışlar olduğunu anlamaya başlamıştı...


Kimse bilinmezden korkmamalı, çünkü herkes istediği ve ihtiyaç duyduğu şeyi ele geçirebilir.


Herkesin kendine göre bir öğrenme tarzı var


- ... Çünkü ben ne geçmişte ne gelecekte yaşıyorum. Benim yalnızca şimdim var ve beni sadece o ilgilendirir. Her zaman şimdide yaşamayı başarabilirsen, mutlu bir insan olursun.
... çünkü hayat yaşamakta olduğumuz andan ibarettir ve sadece budur.


Kızın siyah gözlerini, gülümseme ile susma arasından karar veremeyen dudaklarını görünce, dünyanın konuştuğu ve yeryüzünün bütün yaratıklarının yürekleriyle anladıkları dilin, en temel ve en yüce bölümünü anladı delikanlı. Ve Aşk’ tı bunun adı, insanlardan da çölden de daha eskiydi...


Evrenin Saf Dili’ ydi bu, herhangi bir açıklmaya gerek yoktu.
...bu dili bilen biri ister çölün ortasında ya da ister büyük kentlerin göbeğinde olsun, dünyada her zaman bir başkasını beklemekte olan biri bulunduğunu kolayca anlayabilir.


Kumullar rüzgarın etkisiyle değişirler ama çöl hep aynı kalır.


Aşk, sevilen nesnenin yanında bulunmayı zorunlu kılıyordu.


Yarın ölmek başka bir gün ölmekten daha uygun olurdu. Her gün yaşamak ya da ölmek içindi.


Cesaret, Evrenin Dili’ ni arayan bir kimse için en büyük erdemdir.


- Kötülük, dedi Simyacı, insanın ağzından giren şeyde değildir. Kötülük oradan çıkandadır.


Aşkın, bir erkeğin kendi Kişisel Menkıbe’ sinin peşinden gitmesine engel olmadığını anlaman gerekiyor. Böyle bir şey söz konusu olduğu zaman bil ki Evrenin Dili‘ ni konuşan Aşk değildir bu, yani gerçek Aşk değildir.


İnsan sevdiği için sever. Aşkın hiçbir gerekçesi yoktur.


Bulduğun şey saf maddeden yapılmışsa , hiçbir zaman çürümeyecektir. Ve oraya bir gün geri döneceksin. Bir yıldız patlaması gibi bir anlık ışıktan başka bir şey değilse, o zaman geri dönüşünde hiçbir şey bulamayacaksın. Gene de en azından bir ışık patlaması görmüş olacaksın. Yalnızca bu bile yaşamış olmanın zahmetine değer.


Kendi yüreğini dinle. Yüreğin her şeyi bilir, çünkü Evrenin Ruhu’ ndan gelmektedir ve bir gün oraya geri dönecektir.


...
- Öyleyse neden yüreğimi dinlemek zorundayım?
- Çünkü onu susturmayı hiçbir zaman başaramazsın.


- İhanet senin beklemediğin bir darbedir. Ama sen yüreğini tanıyacak olursan, sana baskın yapmayı hiçbir zaman başaramayacaktır. Çünkü onun düşlerini ve arzularını tanıyacaksın ve onları hesaba katacaksın. Hiç kimse kendi yüreğinden kaçamaz. Bu nedenle en iyisi onun söylediklerini dinlemek. Böylece kendisinden beklemediğin bir darbe indirmeyecektir sana kesinlikle.


- Yüreğine acı korkusunun acının kendisinden de kötü bir şey olduğunu söyle. Düşlerinin peşinde olduğu sürece hiçbir yürek kesinlikle acı çekmez.


... biz yürekler, giderek daha alçak sesle konuşuyoruz ama asla susmuyoruz. Ve sözlerimizin anlaşılması için dilekte bulunuyoruz. Kendilerine çizmiş olduğumuz yolu izlemedikleri için insanların acı çekmelerini istemiyoruz.


Evrenin Ruhu, bir düşü gerçekleştirmeden önce yol boyunca öğrenilen her şeye bir değer biçer. Bize karşı kötü duygular beslediği için böyle davranmamaktadır: Düşümüzü gerçekleştirmemizin yanısıra, ona doğru ilerlerken aldığımız dersleri de iyice öğrenmemizi istemektedir. Ama insanların çoğunluğu işte bu anda vazgeçerler.


En karanlık an, şafak sökmeden önceki andır.


...
- Sana hayatın çok basit bir yasasını göstermek için: Gözümüzün önünde büyük hazineler olduğu zaman asla göremeyiz onları. Peki neden bilir misin? Çünkü insanlar hazineye inanmazlar.


Gözler ruhun gücünü gösterirler.


Yalnızca şunu biliyorum: Geleneğin öğrettikleri her zaman doğrudur. Ama insanlar bilgilerin sözlerini doğru olarak yorumlayamadılar. Ve altın evrimin simgesi olacağına savaşların işareti oldular.


- Umutsuzluğa teslim olma, dedi Simyacı alabildiğine tuhaf, yumuşak bir sesle. Yoksa yüreğinle konuşmana engel olur.


Bir düşün gerçekleşmesini bir tek şey olanaksız kılar: Başarısızlığa uğrama korkusu.


...Sevdiğimiz zaman onları anlamaya gereksinimimiz yoktur, çünkü o zaman onlar bizim içimizde olur...


Çünkü Aşk, ne çöl gibi devinimsiz durmaktan, ne rüzgar gibi dünyayı dolaşmaktan, ne de senin gibi her şeyi uzaktan görmekten ibarettir. Aşk, Evrenin Ruhu’nu değiştiren ve geliştiren güçtür. İlk kez onun içine girdiğim zaman, onun kusursuz olduğunu sandım. Ama daha sonra onun da savaşları ve tutkuları olduğunu gördüm. Evrenin Ruhu’nu bizler besliyoruz ve üzerinde yaşadığımız dünya, bizim daha iyi ya da daha kötü olmamıza göre, daha iyi ya da daha kötü olacaktır. Aşk’ın gücü işte burada işe karışır, çünkü sevdiğimiz zaman, olduğumuzdan daha iyi olmak isteriz her zaman.


- Benim cömertliğimin çok ötesine giden bir şükran ifadesi, dedi keşiş.
- Böyle konuşmayınız. Hayat söylediklerinizi duyabilir ve gelecek sefere daha azını verebilir.


‘ Bir kere olan bir daha asla tekrarlanmaz. Amma ve lakin iki kere olan üçüncü defa da olacaktır.’


- Kim ve ne olursan ol, dedi, yeryüzünde her insan, her zaman, dünya tarihinde başrolü oynar. Ve doğal olarak o bunu bilmez.


‘ Gerçekte kendi Kişisel Menkıbesi’ni yaşayan kimseye karşı hayat cömerttir.’



----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------



...yamçısını yanında taşımak zorundaydı. Her şeye karşın bu yükten yakınmaya kalkıştığı zaman, sabah ayazını bu yük sayesinde hissetmediğini anımsıyordu kuşkusuz.

....

Bir düşü gerçekleştirme olasılığı yaşamı ilginçleştiriyordu.

...

Bir çoban, kurt ya da kuraklık tehlikesiyle her zaman karşı karşıyadır; ama, çobanlık mesleğini çekici kılan da budur zaten.

...

Basit şeyler, en olağanüstü şeylerdir ve yalnızca bilginler anlayabilir bunları.

...

...insan her zaman aynı insanları görürse, bunları yaşamın bir parçası saymaya başlar. İyi, ama bu kişiler de bu nedenle, yaşamımızı değiştirmeye kalkışırlar. Bizi görmek istedikleri gibi değilsek hoşnut olmazlar, canları sıkılır. Çünkü efendim, herkes bizim nasıl yaşamamız gerektiğini elifi elifine bildiğine inanır.
Ne var ki, hiç kimse kendisinin kendi hayatını nasıl yaşaması gerektiğini kesinlikle bilmez.

...

Hayatımızın belli bir anında, yaşamımızın denetimini elimizden kaçırırız ve bunun sonucu olarak hayatımızın denetimi yazgının eline geçer. Dünyanın en büyük yalanı budur.

...

Hayatımızın belli bir döneminde her şey açık seçiktir, her şey mümkündür ve hayal kurmaktan, hayatından gerçekleştirmek istediğin şeylerin olmasını istemekten korkmazsın. Ama zaman geçtikçe, gizemli bir güç Kişisel Menkıbe’nin gerçekleştirilmesini olanaksız olduğunu kanıtlamaya başlar.

...

Kim olursan ol, ne yaparsan yap, bütün yüreğinle gerçekten bir şey istediğin zaman Evrenin Ruhu’nda bu istek oluşur.

...

Her şey bir ve tek şeydir. Ve bir şey istediğin zaman, bütün Evren arzunun gerçekleşmesi için işbirliği yapar.

...

- ... İnsanın düşlediği şeyi gerçekleştirmesi için her zaman olanak bulunduğunu bir türlü anlamadı...

...

- İnsanlar yaşama nedenlerini pek çabuk öğreniyorlar. dedi yaşlı adam gözlerinde beliren acıyla. Belki de gene aynı nedenle hemen pes ediyorlar.

...

- Henüz sahip olmadığın bir şeyi vaat ederek gidecek olursan, onu elde etmek arzusunu yitirirsin.

...

- ... ne olursa hayatta her şeyin bir bedeli olduğunu öğrenmek senin için iyi bir şey.

...

Bazen işi oluruna bırakmak, ilişmemek daha iyidir.

...

... bütün günler birbirine benzediği zaman da insanlar, güneş gökyüzünde hareket ettikçe karşılarına çıkan iyi şeylerin farkına varamaz olurlar.

...

Daha duruma alışmadan göz açıp kapayıncaya kadar kısa zamanda, hayatta kimi zaman koşulların değiştiğini düşünerek kendisine acıdı.

...

‘... ve bütün dünyayı kucaklayamayacak kadar küçük biri olduğum için, sahip olduğum az bir şeyi her zaman korumaya çalışacağım.’

...

Ben de herkes gibiyim: dünya gerçeklerine oldukları gibi değil, olmalarını istediğim gibi bakıyorum.

...

Simgelere saygılı olmayı ve onları izlemeyi öğren.

...

Sözcüklerin ötesinde bir dil var.

...

Hatalarımızın bedelini ödemek zorundayız.

...

Talihin bize yardımcı olması için biz de ona yardımcı olacak şekilde davranmalıyız, gereken ne varsa yapmalıyız.

...

Düşümü gerçekleştirmekten korkuyorum çünkü o zaman yaşamak için bir sebebim olmayacak.

...

“Her zaman ne istediğini bilmek zorunda olduğunu anımsa.”

...

“... değişmek istemiyorum çünkü nasıl değişeceğimi bilmiyorum. Artık kendime tam anlamıyla alışmış durumdayım.”

...

Değeri bilinmeyen her lütuf felakete dönüşüyor.

...

Öyle zamanlar vardır ki, insan hayat ırmağının akış yönünü değiştiremez.

...

“Hayallerinden asla vazgeçme...”

...

Yeryüzünde herkesin anladığı bir dil vardır... bu coşkunun dilidir, arzu edilen ya da inanılan bir şeyi gerçekleştirmek için sevgi ve tutkuyla yapılan girişimlerin dilidir.

...

Bir şeye karar vermek başlangıçtan başka bir şey değildir. İnsan bir şeye karar verdiği zaman, karar verdiği sırada öngörmediği, düşünde bile aklına gelmeyen bir yöne doğru, şiddetli bir akıntıya kapılıp gidiyordu.

...

- Rastlantı yoktur...

...

Önsezilerin, içinde bütün insan hayatlarının bir bütün oluşturacak şekilde birbirine bağlandığı hayat ırmağının evrensel akışına ruhun ani dalışlar olduğunu anlamaya başlamıştı...

...

Kimse bilinmezden korkmamalı, çünkü herkes istediği ve ihtiyaç duyduğu şeyi ele geçirebilir.

...

Herkesin kendine göre bir öğrenme tarzı var

...

- ... Çünkü ben ne geçmişte ne gelecekte yaşıyorum. Benim yalnızca şimdim var ve beni sadece o ilgilendirir. Her zaman şimdide yaşamayı başarabilirsen, mutlu bir insan olursun.
... çünkü hayat yaşamakta olduğumuz andan ibarettir ve sadece budur.

...

Kızın siyah gözlerini, gülümseme ile susma arasından karar veremeyen dudaklarını görünce, dünyanın konuştuğu ve yeryüzünün bütün yaratıklarının yürekleriyle anladıkları dilin, en temel ve en yüce bölümünü anladı delikanlı. Ve Aşk’ tı bunun adı, insanlardan da çölden de daha eskiydi...

...

Evrenin Saf Dili’ ydi bu, herhangi bir açıklmaya gerek yoktu.
...bu dili bilen biri ister çölün ortasında ya da ister büyük kentlerin göbeğinde olsun, dünyada her zaman bir başkasını
beklemekte olan biri bulunduğunu kolayca anlayabilir.

...

Kumullar rüzgarın etkisiyle değişirler ama çöl hep aynı kalır.

...

Aşk, sevilen nesnenin yanında bulunmayı zorunlu kılıyordu.

...

Yarın ölmek başka bir gün ölmekten daha uygun olurdu. Her gün yaşamak ya da ölmek içindi.

...

Cesaret, Evrenin Dili’ ni arayan bir kimse için en büyük erdemdir.

...

- Kötülük, dedi Simyacı, insanın ağzından giren şeyde değildir. Kötülük oradan çıkandadır.

...

Aşkın, bir erkeğin kendi Kişisel Menkıbe’ sinin peşinden gitmesine engel olmadığını anlaman gerekiyor. Böyle bir şey söz konusu olduğu zaman bil ki Evrenin Dili‘ ni konuşan Aşk değildir bu, yani gerçek Aşk değildir.

...

İnsan sevdiği için sever. Aşkın hiçbir gerekçesi yoktur.

...

Bulduğun şey saf maddeden yapılmışsa , hiçbir zaman çürümeyecektir. Ve oraya bir gün geri döneceksin. Bir yıldız patlaması gibi bir anlık ışıktan başka bir şey değilse, o zaman geri dönüşünde hiçbir şey bulamayacaksın. Gene de en azından bir ışık patlaması görmüş olacaksın. Yalnızca bu bile yaşamış olmanın zahmetine değer.

...

Kendi yüreğini dinle. Yüreğin her şeyi bilir, çünkü Evrenin Ruhu’ ndan gelmektedir ve bir gün oraya geri dönecektir.

...

...
- Öyleyse neden yüreğimi dinlemek zorundayım?
- Çünkü onu susturmayı hiçbir zaman başaramazsın.

...

- İhanet senin beklemediğin bir darbedir. Ama sen yüreğini tanıyacak olursan, sana baskın yapmayı hiçbir zaman başaramayacaktır. Çünkü onun düşlerini ve arzularını tanıyacaksın ve onları hesaba katacaksın. Hiç kimse kendi yüreğinden kaçamaz. Bu nedenle en iyisi onun söylediklerini dinlemek. Böylece kendisinden beklemediğin bir darbe indirmeyecektir sana kesinlikle.

...

- Yüreğine acı korkusunun acının kendisinden de kötü bir şey olduğunu söyle. Düşlerinin peşinde olduğu sürece hiçbir yürek kesinlikle acı çekmez.

...

... biz yürekler, giderek daha alçak sesle konuşuyoruz ama asla susmuyoruz. Ve sözlerimizin anlaşılması için dilekte bulunuyoruz. Kendilerine çizmiş olduğumuz yolu izlemedikleri için insanların acı çekmelerini istemiyoruz.

...

Evrenin Ruhu, bir düşü gerçekleştirmeden önce yol boyunca öğrenilen her şeye bir değer biçer. Bize karşı kötü duygular beslediği için böyle davranmamaktadır: Düşümüzü gerçekleştirmemizin yanısıra, ona doğru ilerlerken aldığımız dersleri de iyice öğrenmemizi istemektedir. Ama insanların çoğunluğu işte bu anda vazgeçerler.

...

En karanlık an, şafak sökmeden önceki andır.

...

...
- Sana hayatın çok basit bir yasasını göstermek için: Gözümüzün önünde büyük hazineler olduğu zaman asla göremeyiz onları. Peki neden bilir misin? Çünkü insanlar hazineye inanmazlar.

...

Gözler ruhun gücünü gösterirler.

...

Yalnızca şunu biliyorum: Geleneğin öğrettikleri her zaman doğrudur. Ama insanlar bilgilerin sözlerini doğru olarak yorumlayamadılar. Ve altın evrimin simgesi olacağına savaşların işareti oldular.

...

- Umutsuzluğa teslim olma, dedi Simyacı alabildiğine tuhaf, yumuşak bir sesle. Yoksa, yüreğinle konuşmana engel olur.

...

Bir düşün gerçekleşmesini bir tek şey olanaksız kılar: Başarısızlığa uğrama korkusu.

...

...Sevdiğimiz zaman onları anlamaya gereksinimimiz yoktur, çünkü o zaman onlar bizim içimizde olur...

...

Çünkü Aşk, ne çöl gibi devinimsiz durmaktan, ne rüzgar gibi dünyayı dolaşmaktan, ne de senin gibi her şeyi uzaktan görmekten ibarettir. Aşk, Evrenin Ruhu’nu değiştiren ve geliştiren güçtür. İlk kez onun içine girdiğim zaman, onun kusursuz olduğunu sandım. Ama daha sonra onun da savaşları ve tutkuları olduğunu gördüm. Evrenin Ruhu’nu bizler besliyoruz ve üzerinde yaşadığımız dünya, bizim daha iyi ya da daha kötü olmamıza göre, daha iyi ya da daha kötü olacaktır. Aşk’ın gücü işte burada işe karışır, çünkü sevdiğimiz zaman, olduğumuzdan daha iyi olmak isteriz her zaman.

...

- Benim cömertliğimin çok ötesine giden bir şükran ifadesi, dedi keşiş.
- Böyle konuşmayınız. Hayat söylediklerinizi duyabilir ve gelecek sefere daha azını verebilir.

...

‘ Bir kere olan bir daha asla tekrarlanmaz. Amma ve lakin iki kere olan üçüncü defa da olacaktır.’

...

- Kim ve ne olursan ol, dedi, yeryüzünde her insan, her zaman, dünya tarihinde başrolü oynar. Ve doğal olarak o bunu bilmez.

...

‘ Gerçekte kendi Kişisel Menkıbesi’ni yaşayan kimseye karşı hayat cömerttir.’

TEMBELLER İÇİN KİTAP ÖZETİ 1

Düşünce Tarihi - Orhan Hançerlioğlu



Milyonlarca yıl önce dünyamız, güneşten kopan bir gaz bulutu idi. Güneşin ve kor halindeki bu kütledeki ısının etkisiyle hidrojen ve oksijen gazları bu kütleden fışkırarak etrafını bir gaz bulutuyla çevirdi. Bu gaz tabakası güneşin yakıcı ışınlarına engel olarak dünyanın soğuma sürecini başlattı. Bu kütledeki (dünya) ısı kaynama derecesine kadar soğuduğunda ise dünyayı saran buluttan su yağmaya başladı. Böylece okyanuslar oluştu ve zamanla karadaki tuzlar okyanuslara karıştı.

Artık canlılığın oluşması için gerekli ortam sağlanmıştı. Biyolojik anlamda yaşam protein denen maddenin varlık biçimidir. Doğada her nesne başka nesneleri yansıtır ve başka nesnelerde yansır. Uzun bir süreç sonrası protein maddesi de çevresindeki etkilere aktif olarak tepki göstermeye başlamıştır. Bu tepki sonrası kaybettiği enerjiyi de çevresinden almak zorunda kalmıştır. Bu madde alışverişi mayalanma özelliğini oluşturmuştur. Bu durum sonucu metabolizmayı (değiştirme ve dönüştürme) ortaya çıkmıştır ve milyonlarca yıl süren evrim sürecini başlatmıştır.

Charles Darwin bu süreci doğal seleksiyon (ayıklama) ve yaşama savaşı temellerinde açıklamaya çalışmıştır. Canlılardaki çeşitliliği de bu temellere dayandırmıştır. Buna göre her canlı yaşadığı ortamdaki şartlara göre evrim sürecindeki yerini almıştır.

Yaşam bilimsel evrimden insanlık tarihine geçiş ise emekle başlamıştır. İnsanın hayvandan farklılaşmasına neden olan faktör, bilinçli emektir. İnsanların diğer canlılardan farklı bir oluşum içerisine girmesinin nedeni ise; bazı canlılar bulundukları ortamda hayatta kalabilmek için evrimsel süreçte fiziksel değişimlere uğramışlardır. İnsanlığa geçiş aşamasında ise bulunan ortamda hayatta kalabilmek için beyin fonksiyonları gelişmeye başlamış ve kendisini dış dünyadan koruyabilecek imkanı sağlayan düşünme gücü ortaya çıkmaya başlamıştır.

İnsan türünü oluşturan hayvanın öteki hayvanlardan daha farklı özelliklere geçmesinin nedeni ise insanın atası olan hayvanın diğerlerine göre daha oyun sever olmasıdır. İnsan çocuğunun diğer hayvan çocuğundan daha oyun sever olduğu bilinmektedir.

İNSANDA BİR KORKU

İlk insan soğumuş lav kayaların üstüne çıkıp etrafına baktığında çevresini iki şekilde gördü. Kendisinden aşağıda olanlar ve yukarıda olanlar. Kendisinden aşağıda olanları önemsemedi ama yukarıda olanlar onu korkuttu.

İnsanlarda inanç sistemi şu şekilde gelişmiştir:

1- Fizik Güçlere Tapmak
2- Yıldızlara Tapmak
3- Putlara Tapmak
4- Karşıt İlkelere Tapmak (İyilik Tanrısı, Kötülük Tanrısı)
5- Mistiklik, Büyük Yargıca Tapmak

6- Evrene Tapmak
7- Evrenin Ruhuna Tapmak
8- Büyük İşçiye Tapmak

Sonlu varlık, kendisinden çıkmış olduğu sonsuz varlığa tapmış, ona sevgi göstermiştir. Sevgi, sonlu varlıklardan aşarak sonsuz varlığa yönelmiştir (mistisizm).

Din korunma iç güdüsünün (yok olma kaygısı), merakın ve sevginin zekayla ruhsallaşmasından ve toplumla sosyalleşmesinden ortaya çıkmıştır.

KAVRAMDA GİZ

İlk insanlar üstün güçlerle çevrili olduklarını düşünmüş ve bu güçlerin kötülüklerinden korunmak için çoğu zaman bir hayvan bir bitki, az rastlanmakla beraber deniz ve yılandan medet ummuşlardır. Bu koruyucunun adı totemdir. İnsanlığın ilk dini totem dinidir. Bir zaman sonra insanlar totemle yetinmez olmuşlar ve çevrelerinde gözle görülmeyen ruhlar olduğunu düşünmeye başlamışlardır. Zamanla ölülerinde yaşama devam ettiklerine inanmışlardır. Bu insanlığın ikinci dini olan animizm (canlılık) dinidir. Bütün güzel sanatların kökünde animizmin etkisi vardır.

EVREN TANRI

İlk din kitabı İ.Ö. 2000 yılında düzenlenmiştir. Hindular evreni kişileştirip tanrılaştırmışlardır. Tarihte bilinen ilk kutsal kitap ve dizm dininin kitabı olan Rig-veda’dır. Vedaların en büyük tanrısı İndradır ve doğa tanrısıdır. Hindistan’ın temel dini Brahmanizm’dir. Bu dinde sayısız tanrı vardır, yaratıcı nitelikteki tek tanrısı ise Brahma’dır.

AYDINLIK VE KARANLIK

Zerdüşt İ.Ö. yılında yaşadığı varsayılan bir İranlıdır. Kurduğu dine mazdeizm denilmiştir. Kutsal kitabı Zend Avesta’dır.

Bu dine göre iyilik tanrısı göklerde yaşamaktadır. İyilik tanrısı Hürmüz ve kötülük tanrısı Ehrimen’dir.

Zerdüşte göre gerçek dindarlık tapınmakla değil çok çalışıp üretmekle gerçekleşir. Bu düşünceyle Zerdüşt çalışkan ve üretken bir toplum yaratmayı amaçlamıştır.

İSLAM VE DÜŞÜNCESİ

Batı, ortaçağın karanlığında yaşarken İ.S. 7nci yüzyılın başlarında doğuda yeni bir düşünce sistemi kuruluyor. Muhammed yeni bir din getirmiştir. Bu dinin diğer büyük dinlerden farkı ise ne Musa’nın getirdiği gibi tek bir ulasa gelmiştir, nede İsa’nın getirdiği dindeki gibi Tanrıyı kişileştirmiştir. İnsanlar Tanrının çocukları değil onun kullarıdır. Muhammed ve Kur’an zamanla bozulduğu ileri sürülen tanrısal sistemin düzelticisi ve tamamlayıcısı olan son peygamber ve son kutsal kitap olma özelliğini taşır.

Müslümanlık, Arapların ilkel komün sisteminden sınıflı bir topluma geçtikleri ve komünal ilişkilerin feodal ilişkilere dönüştüğü bir çağda ve bu toplumsal dönüşümün bir yansıması olarak ortaya çıkmıştır.




YENİDEN DOĞUŞ

Düşünce tarihini incelerken düşünce çağlarını birbirlerinin içine geçmiş biri daha erimeden ötekini başlamış olarak görürüz. Ortaçağ bitimiyle yeniçağ başlamıştır. Bu çağın ilk kıvılcımları çok daha geride bulunmaktadır. Akıl, artık inandan ayrılmaya başlamıştır.

Bu çağda İtalya’da başlayan Rönesans davranışı 1483 yılından başlayarak bütün batıyı etkiledi.
İnsan artık bilgilerini yenilemekte ve bütün dogmalardan kuşkulanmaktadır. Yeniden doğuş şüpheciliği metafizik temeli yıkarak bireyci temeli kurmaya başlamıştır.

Öte yandan Rönesans her bakımdan burjuvaziye uygun ve yararlı bir doğuştur. Doğa artık metafiziğin hiyerarşi durallığı içinde değil, mekaniğin yer değiştirme devimselliği içindedir. Derebeyinin hiyerarşi düzenindeki dokunulmaz üstün yeri değişecek ve bu yere burjuvazi oturabilecektir. Yeniden doğuş, bütün bu oluşumlar içindede bir yeniden biçimleniş (reform) gerektirmektedir.

İNSAN VE BİREYCİLİK

Konuşma dilinde bencillikle eşanlamlı kullanılan bireycilik terimi, felsefede bireyi baş gerçek sayan ve her şeyin birey için olduğunu savunan bir dünya görüşünü tanımlar. Bu anlayışa göre toplum, bireylerden kurulu olmakla bireyin ürünüdür. Bireyin zenginliği ve mutluluğu toplumun zenginliği ve mutluluğudur.

ÖZGÜRLÜK


İnsan özgür olmak ister. Soru şudur: Özgürlük nedir ve nasıl elde edilir?

1789’da yayımlanan insan hakları bildirisinin birinci maddesi, özgürlük ilkesini şu özdeyişle dile getiriyordu; insan özgür doğar ve özgür yaşar... Doğrumuydu? Doğru olsaydı bu ilkeyi ortaya atabilmek için yapılan Fransız ihtilalinin hiçbir anlamı kalmazdı. İnsanlar özgür doğmuyorlar, özgür yaşamıyorlar ama özgür olmak istiyorlar ve bunun için savaşıyorlar. Doğrusu şuydu: insan özgür olmalı özgür yaşamalıdır.

İnsan hakları bildirisi özgürlüğü şöyle anlatmaktadır: başkalarına zarar vermeden istediğini yapabilmek... Bu tanımda özgürlük, hayli kısıtlıdır ve yeni soruları getirmektedir:Başkaları kimlerdir? Başkalarına zarar vermek ne demektir? İnsan kendisinden başka olan o kişilere zarar vermeden nasıl istediğini yapabilir?

Sonuçta insanın özgür olabilmesi demek: yeteneklerini, eğilimlerini beğenilerini serbestçe geliştirebilmesi olanaklarına sahip olması demektir.


HAYAT GÜZELDİR


18nci yy. Almanya’sı düşünce düzeninin ekonomi düzenine dayandığını elle tutulurcasına belirten bir örnektir. Sırtları ısınan, karınları doyan geleceklerine güvenle bakabilen insanlar düşüncenin mutluluklarına ulaşmaya çalışıyorlar. Büyük aşklarla büyük düşünceler gelişiyor. Kitapçılar, operacılar, tiyatrocular çoğalıyor. Yaşamının ilk gereklerini yoluna koyan insanlar resim seyretmek, müzik dinlemek istiyorlar. Geçici mutluluklarla yanıla yanıla ilerlemeye çalışan insan sonunda bu sürekli mutluluğu bulmuştur, en büyük gerçeğe erişmiştir: yaşamak güzeldir.


ÜÇÜNCÜ YOL

Olguculuk ( pozitivizm) öğretisi Hume ve Kant anlayışları temelinde Fransız düşünürü Auguste Comte tarafından kurulmuştur. Felsefeden metafiziği atmak ve bunun yerine bilimi koymak gerekir. Bundan ötürü olguculuk bir bilim felsefesidir. Comte’nin bilim anlayışına göre duyumlarımız ve algılarımızla bize araçsız olarak verilenlerin dışında başka hiçbir bilimsel olgu yoktur. Bu sava karşı çıkan en büyük örnek ünlü fizikçi Albert Einstein’dır. Einstein ‘tanrının dünya ile zar attığına inanmıyorum’ sözüyle uyumlu ve düzenli bir evrende yaşayan insanın fiziksel gerçekleri bilgisine ulaşabileceğini dile getirmiştir.

TOPLUMCULUK

19 ncu yy.lın ilk yarısı sona ererken dünyanın bütün toplumcu düşünce adamları Paris’te toplanmıştır. Her kafadan bir ses çıkmakta her düşünür, kendine özgü bir tasarı önermektedir. Hepsini birleştiği kavşak şudur: Toplum, yeniden ve ekonomik bir açıdan düzenlenmelidir.

Prusyanın genç bakanlarından Rodbertus sermaye=işgücü arasındaki çelişmenin devlet eliyle giderilmesini istemektedir.

Karl Marx, Hegelciliği yorumlayan yoksulluğun felsefesi adlı yapıta karşılık olarak felsefenin yoksulluğu adlı yapıtını ortaya koymuştur. Hegel felsefesi, madde temeline dayanacağı yerde ruh temeline dayanmaktadır ve Marx, felsefenin madde temellerine dayanması gerektiğini ileri sürmüştür.

EKONOMİ VE TOPLUMSAL GELİŞİMİ

Aristoteles kazanç için yapılan ticareti doğaya aykırı bulmaktadır ve erdemsizlik saymaktadır.

Ortaçağda ekonomiye din açısından bakılmıştır. Bu çağda amaç, kurulu düzenin titizlikle korunmasıdır. İslam düşüncesinde kurulu feodal düzenin titizlikle korunması söz konusudur. Sadaka ve zekat yasaları varlıklıyla yoksul ayrılığını onaylamaktadır.

İlk kapitalist Calvin reform çağında ortaya çıkmaktadır. Calvin’e göre emek tanrısal bir buyruktur. Uluslararası ticaret yararlıdır, genel yoksulluğu azaltır.

Fizyokrat (doğa gücü) düşünceye göre, tek üretici güç toprak ve tek üretici sınıf işçi sınıfıdır. Bu düşünce sanayiye verilen büyük öneme tepki olarak doğmuştur.

GERÇEK AYDINLIK

19ncu yy. İnsanlık tarihinde insanın bilimin ışığıyla gerçekten aydınlandığı, en üst bir insanlaşma dönemidir. Doğayı bilinci ve toplumu tanıyıp bilme yöntemi bu yüzyılda keşfedilmiştir. Bu yöntem diyalektik yöntemdir. Doğa, bilinç ve toplum diyalektikle işlemektedir, öyleyse onu kavramanın yolu diyalektik olmalıdır.

Bu aydınlık çağa ulaşıncaya kadar, doğa bilimleri bir nesneyi tanımak için onu bütün nesnelerden koparıp ayırmaktaydı. Bu metafizik yöntem ağaçları tek tek incelerken ormanı göremiyordu.


BİLGİ


Bilginin nasıl edinildiği sorusu felsefenin temel sorularındandır. Antik çağda Platon ruhun bedene girmeden önceki varoluşunda tanıdığı ruhsal ideaların bedenli ruhun anımsamasıyla oluştuğunu ileri sürmüştür. Bu idealist ve bilim dışı bir varsayımdı. Bu yanılgılar ise yansı kuramıyla aşılmıştır. Bilgi nesnel gerçekliğin insan beyninde yansımasıdır.

İNSAN DIŞI

İnsanlık aydınlık çağa girdiğinde idealist ve metafizik düzeyin filozoflarından biri ortaya çıktı. Alman düşünürü FRİEDRİCH NİETZSCHE insan üstü varsayımıyla,geleceğin nazizim ve faşizm gibi ünlü canavarlıklarının temellerini atmaktadır. Nietzsche ye göre,iyi bir aileden doğmadıkça hiç bir ahlaklık mümkün değildir. Maymuna göre insan ne ise, insana göre insan üstü odur. İnsan üstünün amacı, milyonlarca salağı ortadan kaldırarak geleceğin insanını kalıba dökmektir. Yarım yüzyıl sonra onun felsefesinin ürünü olan kendini insan üstü sayan Hitler de aynı onu yapacaktır.

FREUDE’E GÖRE İNSAN

Freude göre insanı üç önemli güdü yönetmektedir:Korunma içgüdüsü,cinsellik içgüdüsü,toplumsallık içgüdüsü.İnsanlığın eriştiği uygarlık içinde korunma içgüdüsüyle toplumsallık içgüdüsü önemini oldukça yitirmiştir. Bugün için önemli olan tek içgüdü cinsellik içgüdüsüdür. Cinsellik içgüdüsünü, ahlaki baskılar altına alınması birçok hastalıkların nedenidir. İşte ruhun incelenmesi(psikanaliz)yöntemi; bu geri itilmiş, baskıya konulmuş heyecanları birer birer bulup meydana çıkararak eğitir.

AŞAĞILIK DUYGUSU

Bir başka Doktor Alfred Adler’e göre, İnsan olmak aşağılık duygusu duymak demektir. İnsan davranışlarını belirleyen, Freude’nun zannettiği gibi haz isteği değil, üstün olma isteğidir. Haz isteği, insanın üstün olma isteğinin çeşitli belirtilerinden sadece biridir.

Her iki düşüncenin de söylemek istediği şudur: İster cinsellik olsun ister aşağılık, bizi duygular yönetiyor. Doğayı ve toplumu bir yana bırakın bilincinizi eğitin.

BİLİM’İ DE BIRAKIN


Bu düşünceyi savunan Fransız idealisti Henri Bergson’dur. Bergson’a göre sezgi, gerçeği bilme yoludur.Çünkü gerçek, maddesel doğa değil, ruhsal doğa, eş değişle ruhsal yaşamdır. Bergson bu düşünceleriyle bilimi tamamen saf dışı bırakmaktadır.

KEYFİNİZE BAKIN

Yeni bir düşünce akımı, İngiliz faydacılığını, her olguyu işe yararlığı açısından değerlendirmesiyle ortaya çıkmıştır. Pragmacılık adını alan bu akın bir felsefe olmaktan çok,düşünceyi doğurduğu eyleme göre değerlendiren bir metottur. Pragmacılığa göre bir düşünce, yaşayışımız için elverişli olduğu sürece doğrudur. Pragmacı pratik fayda bulduğu sürece tanrı düşüncesinde kullanmaktadır.




OLMAK YADA OLMAMAK

20 nci yy. ‘da Avrupa’da yeni bir kuram gelişmiştir. Bu kuramın adı varoluşçuluktur. Ekonomik bunalımın çaresizliği içerisinde çırpınan küçük burjuva aydınlar dinsel-gizemsel varsayımlara yapışmışlar ve bunu bir felsefeye dönüştürmeye çalışmışlardır. 16 ncı yy.’ da William Shakspeare ünlü trajedyasında prens Hamletin ağzından şöyle demiştir; “olmak yada olmamak...” İşte sorun 20 nci yy. varoluşçuluğu bu düşünce temeline dayanmaktadır.

İnsan her an ölümle karşı karşıya olduğunu duymalıdır. Ancak böylelikle bilimden amaçlardan, ideallerden vb. kurtulur ve her anının değerini bilir. Görüldüğü gibi varoluşçuluk bilim karşıtı bir öğretidir.

İNSAN UZAYIN DERİNLİKLERİNDE

Ünlü fizikçi Albert Einstein özel ve genel bağıntılık kuramlarını ortaya koymuş, maddeci felsefenin hemen hemen bütün varsayımlarını doğrulayarak çağdaş felsefesel düşünceye yön vermiştir. Einstein özel bağıntılık kuramı göstermiştir ki iki olayın eşit zaman olduğunu söylemenin ancak başka bir koordinat sistemine oranla anlamı vardır Özel bağıntılık kuramının en önemli sonuçlarından biride; kitlenin sakımı ilkesi bağımsızlığını yitirerek enerjinin sakımı ilkesiyle kaynaşmıştır.
Genel bağıntılıkta ise; uzay, zaman, devim ve madde bir ve aynı şeydir. Madde kitlesini atar ve ışık hızında yol alırsa enerji olur, buna karşı enerji donar ve bir biçim alırsa madde olur.

EVREN KIRMIZIYA KAYIYOR

Her şeyin bir başlangıcı olduğu gibi evreninde bir başlangıcı vardır. Fizikçiler yaptıkları araştırmalarda galaksilerin hareketlerini incelemişlerdir. Bizden uzaklaşan bir trenin düdüğünün sesi zamanla titreşir. Buna benzer bir özellik galaksilerde gözlenmiştir. Bu da bize galaksilerin bizden uzaklaştığını ve dolayısıyla evrenin genişlediğini anlatır.

Madde vardan yok, yoktan var olamaz. Bu demektir ki evren şu an varsa, hep var olmuştur ve hep var olmaya devam edecektir. İnsanoğlu, güneşin yaşlılık çağına ulaşmadan önce, bilgisini şimdiden düşünemeyeceğimiz bir düzeye çıkaracak ve sonsuz saman yolunda kendine yaşayabileceği yeni yerler bulacaktır.

ÖĞÜT DİNLEMEYEN İNSAN

20nci yy. insanı kafesindeki kuşu mavi görebilmek için gözlerini zorlamayı bir yana bırakıp gerçekten mavi bir kuş elde ederek yitirilmiş insanlığını yeniden kazanma yoluna gitmiştir.

Çağdaş insan; yüzyıldan beri, öğüt dinlemeyen insandır.

NIETZSCHE AFORİZMALAR...

-BENİ ÖLDÜRMEYEN ŞEY BENİ GÜÇLENDİRİR.

-
YELE KARŞI TÜKÜRMEKTEN SAKININIZ!

-
UÇURUMLARI SEVENİN KANATLARI OLMALI.

-
ZAYIFLAR BİZİ KENDİ GÜCÜMÜZDEN UTANMAYA ZORLADIKLARI İÇİN KAZANDILAR.

-
YÜKSEK DAĞDA BUZ İÇİNDE GÖNÜLLÜ YAŞAMAKTIR FELSEFE

-
BEN, İKİ İNSANIN DAHA YÜCE HAKİKATİ BULMAK İÇİN, BİR İHTİRASI PAYLAŞTIĞI BİR AŞK DÜŞÜNÜYORUM.

-
BEKLEMEK AHLAKSIZ KILAR

-İnançlar hakikat düşmanları olarak, yalanlardan daha tehlikelidir.

-Hoşlanmadığımız bir düşünceyi öne sürdüğü zaman bir düşünürü daha sert eleştiririz. Oysa, bizi pohpohladığında onu daha sert eleştirmek uygun olacaktır.

-Sahip olunması zorunlu tek şey var: Ya yaradılıştan ince bir ruhtur bu, ya da bilim ve sanatlar tarafından inceltilmiş bir ruh...

-Tüm idealistler, hizmet ettikleri davaların her şeyden önce dünyanın tüm öteki davalarından üstün olduğunu düşünürler. Kendi davalarının biraz olsun başarılı olması için, bu davanın tüm öteki insan girişimlerine gerekli olan aynı pis kokulu gübreye açıkca ihtiyacı olduğuna inanmak da istemezler.

-Bir kez yürünmüş bir yola düşenlerin sayısı çoktur, hedefe ulaşan az ..

-Küçücük bağışlarla büyük mutluluklar kazanmak büyüklüğün bir ayrıcalığıdır.

-İnsan, diğer insanlardan hiçbir şey istememeye, onlara hep vermeye alıştığı zaman, elinde olmadan soylu davranır.

-Acıların bölüşülmesi değil, sevinçlerin bölüşülmesidir dostluğu yaratan ...

-Bir şeyden hoşlanmaktan söz edilir, aslında doğrusu, bu şey aracılığıyla kendinden hoşlanmaktır.

-Kendinden hiç söz etmemek çok soylu bir ikiyüzlülüktür.

-Hakikatin temsilcisinin en az olduğu zaman, onu dile getirmenin tehlikeli olduğu zaman değil, can sıkıcı olduğu zamandır.

-Doğa bize aldırmadığından, doğanın ortasında kendimizi öyle rahat hissederiz ki ...

-Uygarlaşmış dünya ilişkilerinde herkes, hiç değilse bir konuda kendini başkalarından üstün hisseder. Genel iyiyüreklilik buna dayanır. Çünkü, durum elverirse herkes yardım edebilir, o halde bir utanç duymaksızın bir yardımı da kabul edebilir.

-Yapacak çok şeyi olan insan inançlarını ve genel düşüncelerini hemen hemen hiç değiştirmeksizin korur. Aynı şekilde, bir ülkünün hizmetinde olan her insan ülkünün kendisine artık hiç kulak asmaz; onun buna zamanı yoktur. Demem şu ki, ülküsünün hala tartışılabilir olmasından yana olmak çıkarına aykırıdır.

-İnsan dilediği kadar bilgisiyle şişinip dursun, dilediği kadar nesnel görünsün, boşuna ! Sonunda her zaman ancak kendi yaşam öyküsünü elde edecektir.

-İnsanların tarih boyunca farkına vardıkları aşılmaz zorunluluk, bu zorunluluğun ne aşılmaz ne de zorunlu olduğudur.

-Bugün artık kimse ölümcül hakikatlerden ölmüyor; çok fazla panzehir var.

-Uygarlık tarafından yokedilme tehlikesiyle karşı karşıya olan bir uygarlık çağını yaşıyoruz.

-Sevilmiş olma isteği kendini beğenmişliklerin en büyüğüdür.

-İnsanları şiddetle kendi üzerine çeken, bir oyunu her zaman kendi lehine çevirmiştir.

-Çok düşünen ve uygulamalı düşünen, kendi maceralarını kolayca unutur, ama başından geçenlerin çağrıştırdığı düşünceleri hiç unutmaz.

-Biri kendi düşüncesine bağlı kalır; çünkü ona kendi kendine ulaşmış olduğunu sanır. Öteki ise, onu zahmetle öğrendiği ve onu anlamış olmakla övündüğü için bağlıdır düşüncesine. Sonuç olarak, her ikisi de kendini beğenmişlik ...

-İçine doldurulacak çok şey olduğu zaman, günün yüzlerce cebi vardır.

-Bir düşmanla savaşarak yaşayan kişinin, düşmanını hayatta bırakmakta yararı vardır.

-Açıklanmamış karanlık bir konu apaçık bir konudan daha önemli sanılır.

-Sadece karşıtları cansıkıcı olmayı sürdürdükleri için, arada bir, bir davaya bağlı kalırız.

-Bir insan kendini hep çok büyük işlere adadığında, onun başka bir yeteneğinin olmadığı pek görülmez.

-Açıkça büyük amaçlar tasarlayan ve daha sonra bu amaçlar için oldukça yetersiz olduğunu gizlice kavrayıveren kimse, çoğu zaman bu amaçlardan vazgeçecek kadar da güçlü de değildir. İşte o zaman ikiyüzlülük kaçınılmazdır.

-Gür ırmaklar kendileriyle birlikte bir çok çakıl ve çalı çırpıyı da sürükler; güçlü ruhlar da bir çok aptal ve mankafayı.

-Bir insanın gerçekten ele almış olduğu düşünce özgürlüğü ile, onun tutkuları ve hatta arzuları da gizli gizli kendi üstünlüklerini göstereceklerini sanırlar.

-Bir insan yoğun ve kılı kırk yararak düşündüğü zaman, sadece yüzü değil gövdesi de çekinceli bir havaya bürünür.

-Ruh arayanda, hiç ruh yoktur.

-İnsan yığınlarının davranış biçimlerini önceden kestirmek için, onların güç bir durumdan kendilerini kurtarmak için hiçbir zaman çok önemli bir çaba göstermediklerini kabul etmek gerekir.


-Eylem ve vicdan genellikle uyuşmazlar. Eylem, ağaçtan ham meyveleri toplamak isterken, vicdan onları gereğinden çok olgunlaşmaya bırakır, ta ki yere dökülüp ezilinceye kadar.

-Aşk ve nefret kör değillerdir; ama kendileriyle birlikte taşıdıkları ateş yüzünden kör olmuşlardır.

-İnsan hatasını bir başkasına itiraf ettiğinde unutur onu; ama çoğu kez öteki kişi bunu unutmaz.

-Alev, başka şeyleri aydınlattığı kadar aydınlatmaz kendini. Bilge de böyledir.

-Bir konu hakkında hazırlıksız sorguya çekildiğimizde, aklımıza gelen ilk düşünce çoğu zaman bizim kendi düşüncemiz değildir; ama bizim sınıfımıza, konumumuza ve soyumuza ait olan sıradan bir düşüncedir sadece. Öz düşünceler pek ender olarak su yüzüne çıkarlar.

-Bizzat kendimizde olan bir değeri övdüğü, okşadığı zaman mucizeyi de, usdışını da kabul ederiz.
Yarı-bilim tam bilimden daha üstündür. O, sorunları olduklarından daha kolay görür ve bununla görüşünü daha anlaşılır, daha inandırıcı kılar.

-Çok düşünen partici olmaya uygun değildir; o, parti arasında düşüncesini çok çabuk sızdırır.

-Kötü belleğin iyi tarafı, aynı şeylerden bir çok kez, ilk kez gibi yararlanmaktır.

-Bir kurbanın yoldaşı o kurbandan daha çok acı çeker.

Nietzsche

BUKOWSKİ ANMA!

BAZILARI DELİRMEZ

bazıları hiç delirmez
ben, bazen koltuğun arkasında
3-4 gün boyunca yattığım olur
orda bulurlar beni
melaikeymiş derler
sonra gırtlağımdan aşağı
şarap döküp
göğsümü ovarlar
yağ serperler üzerime
sonra kükreyerek kalkarım
atıp tutar, köpürürüm
onlara ve evrene küfreder
bahçeye kadar kovalarım
sonra kendimi çok iyi hisseder
tost ve yumurtanın başına otururum
bir şarkı mırıldanıp
aniden
pembe besili bir balina gibi
sevimli olurum
bazıları hiç delirmez
ne korkunç hayat sürüyorlardır
allah bilir

CHARLES BUKOWSKİ

FRANK KAFKA-AFORİZMALAR

Kitabın İncileri



Doğru yol gergin bir ip boyunca gider; yükseğe değil de, hemen yerin üzerine gerilmiştir bu ip. Üzerinde yürünmek değil de, insanı çelmelemek içindir sanki.
Sayfa: 13






İnsanın belli başlı iki günahı vardır, öbürleri bunlardan çıkar: Sabırsızlık ve tembellik. Sabırsız oldukları için Cennet'ten kovuldular, tembelliklerinden geri dönemiyorlar. Ama beki de belli başlı sadece bir günahları var: Sabırsızlık. Sabırsızlıklarından ötürü kovulmuşlardı, sabırsızlıklarından ötürü geri dönemiyorlar.
Sayfa: 13






Belirli bir noktadan sonra geri dönüş yoktur. Bu noktaya da erişmek gerekir.
Sayfa: 14






Bir elmanın birbirinden farklı görünüşleri olabilir: Masanın üstündeki elmayı bir an olasun görebilmek için boynunu uzatan çocuğun görüşü ve bir de, elmayı alıp yanındaki arkadaşına rahatça veren evin efendisinin görüşü.
Sayfa: 17






Sonbaharda bir yol gibi: Temiz pak süpürüyorsun, sonra bir yol bir kez daha kurumuş yapraklarla örtülüyor.
Sayfa: 18






Kafesin biri, bir kuş aramaya çıktı.
Sayfa: 19






Sen ödevsin. Ama görünürde öğrenci yok.
Sayfa: 20






Olumsuz davranışlarda bulunmak bizden istenir, olumlu davranışlar ise zaten bizimdir.
Sayfa: 20






İyi, bir bakıma rahatsızlık vericidir.
Sayfa: 21






Kötüye taksit taksit ödeme yapılamaz, oysa hep böyle yapılmaya çalışılır. (S.)
Sayfa: 25






Kıyamet Günü'nü böyle adlandırmamızın nedeni ancak bizim zaman kavramımızdır; aslında o bir tür sıkıyönetim mahkemesidir.
Sayfa: 26






Dünyadaki uyumsuzluk, şükür ki sadece sayısal bir uyumsuzluğua benziyor.
Sayfa: 26






"Sein" sözcüğü Almancada iki anlama gelir: "Var olmak" ve "onun olmak"
Sayfa: 27






İlerlemeye inanmak henüz bir ilerleme olduğuna inanmak anlamına gelmez. Yoksa bu, inanmak için yeterli olmazdı.
Sayfa: 27






Bu dünyada hemcinsini seven kimse, dünyada yalnızca kendisini seven kimseden ne daha çok ne de daha az hata yapmaktadır. Sadece geriye bir soru kalıyor ki, o da insanın hemcinsini sevip sevemeyeceğidir.
Sayfa: 32






Gerçeklerin peşinden paten kaymayı yeni öğrenen acemi biri gibi koşuyor, üstelik bir de yasak yerde egzersiz yapıyor.
Sayfa: 37






Ev halkını koruyan tanrıya inanmaktan daha keyif veren ne olabilir!
Sayfa: 38






Kendini insanlığa bakarak sına. Şüphe edeni şüpheye, inananı inanca götürür bu.
Sayfa: 40






İnsanlarla iç içe olmak, insanı kendini gözlemlemeye götürür.
Sayfa: 41






Günah her zaman açıktan açığa gelir ve anında duyularla kavranabilir. Kökleri üzerinde yürür ve tanınmak için sökülüp çıkarılması gerekmez.
Sayfa: 52






"İnanç yoksunu olduğumuz söylenemez. Sadece yaşıyor olmamız bile, tüketilemeyecek bir inanç değeridir."
"Neresindeymiş bunun inanç değeri? Yaşamamak elde değil ki?"
"İşte inancın insanı çıldırtacak kadar büyük gücü, bu 'elde değil ki' dedir, bu olumsuzlamada açığa vurur kendini."
Sayfa: 59






İnsanların birlikteliği şuna dayanır: İnsan, kendi varlığının gücüyle aslında kendi içlerinde yadsınamaz olan başkalarını yadsıyormuş gibi görünür; bu da o insanlar için tatlı ve rahatlatıcı, ama gerçeklikten ve dolayısıyla süreklilikten hep yoksun.
Sayfa: 76

14 Ocak 2009 Çarşamba

*Hedefi olmayan gemiye hiçbir rüzgar yardım edemez.Montaigne
ZIRVA YORUM:NEREYE GİDECEĞİNİ BELİRLEMEDİKTEN SONRA A DANGALAK GEMİ RÜZGARIN SENİN SAVURUP BİR YERLERE SÜRÜKLEMESİNİ Mİ BEKLİYORSUN DAHA ÇOK BEKLERSİN!

*Erkek çocuk ile babası arasındaki tek fark oyuncaklarının fiyatıdır.Jurg Weber
ZIRVA YORUM: EVET METRESLERE ALINAN ARABALAR OYUNCAK ARABALARDAN DAHA PAHALI OLSA GEREK!

*Oyun bittiğinde Şah ve piyon aynı kutuya girer.İtalyan atasözü
ZIRVA YORUM: OYUN BİTTİĞİNDE ŞAH VE PİYONUN NEREYE GİRDİĞİNİN ÖNEMİ YOK A KARDEŞİM,YENİLİRSEN SANA GİREN LAFLAR,KAZANIRSANDA SENİN SOKACAĞIN LAFLAR AYRI YERLERE GİRER TABİİ KENDİ KENDİNE OYNAMIYORSAN;)

*Herkes tarafından doğru kabul edilen şeyler büyük olasılıkla yanlıştır.Paul Valery
ZIRVA YORUM: PAULCUĞUMUN BU SÖZÜ HERKES TARAFINDAN DOĞRU KABUL EDİLDİĞİNE GÖRE KÜLLİYEN YANLIŞMIDIR PEKİ?

*Başarının sırrını bilmiyorum ama başarızılığın yolu herkesi memnun etmeye çalışmaktan geçer.Bill Cosby
ZIRVA YORUM:pekala sevgili zenci arkadaş,hayat kadınları da herkesi memnun etmeye çalışır ve manukyan öldüğünde kaç parası olduğunu bilion mu sennn?başarı işte onunkisi hıh!

*Bu dünyaya istediğimiz gibi gelmedik, bu dünyadan istediğimiz gibi gidemeyiz.
Ömer Hayyam
ZIRVA YORUM: ÖMER HAYYAMI SEVERİM LAKİN BU SÖZÜNÜN SONUNA KATILMAMAKTAYIM,BU DÜNYADAN İSTEDİĞİM GİBİ GİDERİM İSTER TABANCAYLA İSTER BİR AVUÇ HAPLA,İSTER ALLTOGETHER ;)

*Okul hayatımın eğitimime karışmasına izin vermedim.Mark Twain
ZIRVA YORUM: BURDAN ÇIKAN SONUÇ SADECE BİZİM ÜLKEDE DEĞİL HİÇ BİR YERDE OKUL BİR EĞİTİM YUVASI DEĞİLDİR!PEKİ NE İŞE YARIYOR BU .... YAPTIĞIMIN OKULU???
Posted by Picasa